Acının dili yoktur hemşerim ama resmi vardır.

Onu sana gösterebilirim.

Bakacak gözün, dayanacak yüreğin varsa eğer.

Depremin adı dahi korkutuyor.

Psikoloji yerle bir lakin ayağa kalkmak içinde bir mücadele var içten içe.

Her şeye rağmen kırık dökük de olsa yaşam devam ediyor.

Yarına dair umutlarımız olsun istiyor insan.

İnsanımız için güzel olan neyse bir an evvel olsun diye dua ediyor dudaklar.

Acının başkenti insanın yüreğidir hemşerim.

Evladını kaybeden annenin feryadıdır.

Eşini kaybeden adamın içine akıttığı gözyaşlarıdır.

Babasını yitiren çocuğun çaresizliğidir.

Sevdiğini, kaybeden bir canın yalnızlığıdır.

Acının dili yoktur ama resmi vardır.

Görmek isteyenler şehri azize baksın kâfi.

“Bir dur Allah aşkına, nefes alalım.” diye isyan edesi geliyor insanın, sonra aciz bir kul olduğunu hatırlıyor susuyor insan. Tefekküre dalıyor. Mutlu günleri tahayyül ediyor. Eskiyi özlüyor ve ona sarılıyor bütün sıcaklığıyla kış günü.

Elazığ’ı ihram misali saran kardır bugün, yok yok çadırlardır kar renginde.

Gözler ağlamaktan olsa gerek kan renginde…

Üşümek de laf mı?

İnsanın içi üşüyor.

Kalbi titriyor.

“Gındırlanıp gididik artuh sallanik gidik.” diyen hemşerimin esprisi bile güldürmüyor bizi. İçinde acı var çünkü hüzün var. Ölüm var, kalım var; yıkım var, hasar var. Az hasarlı olanımız da var orta hasarlı olanımız da ağır hasarlı olanımız da yıkılanımız da… Ruhlarımız ağır hasarlı, hislerimiz yerle bir, kalbimiz tarumar… Görünenin dışında görünmeyen hasarları iyileştirmek için uzun yıllara gereksinim olacak. Zaman en iyi ilaçtır. Elbet geçecektir. Ateş yaksa da düştüğü yeri… Deprem yıksa da…

Acının dili yok be hemşerim, kelimelerim kifayetsiz kalıyor burada.

Resme dalıyorum ve acının gerçek yüzünü seyrediyorum.

Sahiden de Anadolu, ağlayan ana dolu…

Umut da var, iyilik de var, güzellik de…

Buna imza atan canlar da çok.

“Paylaşılınca artar sevinçler, azalır acılar” düsturunca yara bandı olmaya çalışanlar var.

Kıyısından köşesinden tutanlar var şehri.

Karınca kararınca bir şeyler yapmaya çalışanlar.

Bir bardak çay olan da var bir sıcak ekmek de bir battaniye de bir çorap da…

Bir çocuğun gülüşü için yüreğindekileri ortaya döken de var, komşusu açıkta iken evine girmeye utanan da… İhtiyacı olduğu halde kendisinden daha mağdur olanı düşünen de var, şehrine bakıp ağlayan da…

Acı da insanadır, hüzün de gözyaşı da…

Merhamet de şefkat de…

Yüreği yanana selam olsun, ağrıyana…

Umudumuz işte bu yanmadır, bu dertlenmedir, bu şifa olma niyetidir.

Anlıyor musun beni hemşerim.

Yaralandığın yerden öpüyorum seni.

Yangına su taşıyan güvercinler var bu şehirde.

Minnacık ayaklarıyla Hicaz’a hacca giden karıncalar da…

Filleri taşlayan ebabiller de var burada.

Hepsi gücü yettiğince, yüreğinden geldiğince bir şeyler ortaya koyuyor.

Taraflarını ayan ediyorlar herkese.

İnsanlıklarını, güzelliklerini…

Bu zamk değil mi insanımızı ayakta tutan, ele güne karşı bizi bir eyleyen, diri tutan.

Herkes biliyor ki taraf olmayan bertaraf olur.

İnsan olamayan da telef olur.

İnsanlık ölmemiş be hemşerim, insanlığı öldürenlere inat! İnsanlık adına çıkan fırsatı değerlendirmeyen ama depremin kendilerine kazandıracağı fırsatı değerlendirmek için bodoslama atlayanlara da kocaman bir “yazık günah” diyorum. Size de lazım olacak günü gelince insanlık! Yaptığınız insafsızlık. Vicdansızlık, kansızlık.

Depremin adı dahi korkutuyor. Depremin kendisi, artçısı, sesi… Acıların da artçısı çok, sancısı, kahrı, hüznü ve gözyaşı… Giden çocuğunun ardından: “Onun kokusu geliyor her şeyde.” deyip hüngür hüngür ağlamaya başladı bir anne. “Onun gülüşü geliyor aklıma” dedi ve ağlamaya başladı bir baba. Sözün bittiği yerden yazıyorum. Gözyaşların donduğu yerden… Kalbin teklemeye başladığı ve aklın baştan gittiği yerden… Elazığ’dan…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol