Sinemalarda en fazla hasılat rekoru kıran Avatar filminin 2022’nin son aylarında Avatar-2 olarak vizyona girerek tekrar izleyiciyle buluşacak. Avatar 2’yi büyük bir merakla bekliyorum. Siz okuyucularıma bu haftaki yazımda Avatar’ın ilk yapımının alt-metinlerinden söz etmek istiyorum. Serinin devamı niteliğinde olan Avatar 2’yi izleyince filmle ilgili dikkat çekici unsurları da ileride paylaşmak istiyorum. Avatar’ın ilk yapımıyla ilgili kısaca hafızamızı tazelemek gerekir. Kısaca filmin özeti şöyledir: Bir hırsızlık olayında ağabeyi ölen yarı felçli Jake Sully, Pandora adındaki uzak bir gezegende misyonunun başına geçmeye karar verir. Bu yerde Na’vi adında giderek tükenmekte olan bir halk yaşamaktadır. Jake, kendilerine özgü bir lisanları, dünya görüşleri ve yaşam biçimleri olan halkın arasına karıştığında doğa ile de bütünleşir. Askeri bir şirket, söz konusu yeri ve oradaki kaynakları mercek altına almak üzere Avatar adında bir program meydana getirmiştir. Bu program insanları kısmen insan kısmen de Na’vi haline büründürerek misyon amaçlı Pandora’ya göndermektedir. Bu sisteme gönüllü dahil olan Botanist Dr Grace Augustine ve Jake Sully için başka bir yaşam var olacaktır. Sully, Pandora’ya geçtiği anda felçli bedeni değişime uğrayarak işlevsel hale gelmektedir. Bu sırada Na’vi halkından Prenses Neytiri ile karşı karşıya gelen Jake, ansızın bir farkındalık yaşar ve bir araştırma misyonu ile gönderildiği bu gezegeni, kendi dünyalısından korumaya karar verir.
2009 yapımı ilk Avatar, alt-metinlerinde biz izleyicilere sunduğu şeyler duygusal açıdan (Ağaç, görme, işitme, koku alma ve dokunma duyularıyla ilgili) metaforlarla gösteren bir yapım niteliğindedir. Filmin başında Jake Sully’nin arka plan hikayesini izleriz. Bir savaşta yaralandığını, deniz piyadesi olduğunu ve Pandora görevinde kardeşinin yer aldığını öğreniriz. Bu sahnelerde filmin yavaşça içine alınmış oluruz. Alt-metin de ise bu hikâyenin aslında atların, bazı kuşların ve ejderhalarıyla Kutsal Ağacın Ruhu’yla tinsel uyum içinde yaşayan gezegenin yerlilerine meydan okuyarak makineleri, teknolojileri, donanımları, haritaları, planları ve şemalarıyla kudretli dünyalılar hakkında olduğu gördükçe belirginleşmeye başlar.
Filmde verilen alt-metin, güçlü ve uygar insanların görünüşte uygar olmayan, pek insan da olmayan bir ırka karşı koymayı temsil eder. Buradaki hırs bizde birçok çağrışım uyandırır; 1800’lerin başlarında Amerikalı yerleşimcilerin Doğu, Ortabatı ve daha sonra Batı’daki toprak arayışlarının yolu onları öldürmekten geçse bile bu toprakları yerlilerin elinden zorla almaları, üstelik yerlileri daha az elverişli yerlere sürmeleri bu çağrışımlardan biridir. Filmin temasında çağrışımlar düşünceye bağlanır: Na’viler Büyük Ruh’la, hayvanlarla bağlı, bir topluluk olarak da birbirlerine bağlıdırlar. Dünyalılar ise birbirlerine bağlı değillerdir, savaş olsun isterler ve uyum-barış içinde yaşayamazlar.
Bu çağrışımlar ırkçılık “bu insanlar benden geri, o yüzden onları sömürebilirim”, sınıf ayrımcılığı “bizim kadar ileri değiller”, “altını olan kazanır- bu sefil insanların ise kesinlikle altınları yok”, yaşlıların aşağılanması “her tarafı buruşmuş, ne kadar iyi olabilir ki” ya da cinsiyetçilik “bebek, senin yerin mutfak” gibi bazı evrensel temaları barındırır.
Fatihler başkalarının kaynaklarında hakları olduğuna inanırken, açgözlülük ve sömürü temaları çoğalır. Avatar’da sömürgecilerin ‘yerlileştiği’ni, diğer kolonistlerin gibi Na’vi'lerin giysileriyle ritüellerini benimsediklerini izleriz. Duyguya karşı mantık, kalbe karşı akıl gibi temalar da vardır. Dünyalılar her şeye saniyesine kadar ayarlamaya, planlamaya, bir stratejiye bağlamaya ve kitaplardan öğrendikleri her şey ile engin deneyimlerine sorunsal bir gözle baktıkları şeye uygulamaya çalışırlar. Ana fonksiyonu yerine getirirler. Oysa gezegenliler sezgileriyle, hayvanların ruhuyla temas kurarak, dinleyerek, kalpten ağlar oluşturarak kalpten kararlar alarak yaşarlar. Daha duygusaldırlar. Ağlarlar. Dilek tutarlar. Şarkılar mırıldanırlar.
Seyrettiğimiz ritüellerde amaç yerli insanlarda gördüğümüz birçok ritüelin aklımıza getirdiği (bazısı ürkütücü, bazısı aptalca ya da bazısı batıl gelecek ritüel) çağrışımları uyandırır. Buradaki ritüeller Afrikalı, Yerli Amerikalı, Asyalı, Pagan ve Pasifik ritüellerine benzerdir ve gerek toprağa gerekse ruha yakın olmayı amaçlamaktadır. Bir parça King Kong’daki (1933, 1976) şarkıları ve ritüelleri de andırmasına rağmen, bu filmdeki ritüeller tehditkâr içerik taşıdığı halde, Avatar’dakiler bize daha tinsel (ruhani) hayatlar süren, Na’vi'lerle saf tutmamıza yönlendirmektedir. Irkçılıkla ilgili, kalbe karşı akılla ilgili, ritüellerin anlamıyla ilgili hiçbir tartışma yapılmaz. Yine bu fikirlere kesinlikle doğrudan değinilmez, sadece alt-metin düzeyinde kalır. Avatar’ın alt-metni, diyaloglarından ziyade görüntülerindedir. Avatar’da verilenler gerçekten ne anlama geliyor? Görüntüler bize ne anlatmak istiyor?
Gezegenin değerli madeninin peşindeki dünyalıların hikayesinin ötesinde: Na’vi halkının özel ağacının altında yatan daha büyük, daha derin anlamlar var mıdır? Bazı eleştirmenlere göre, “Bu, kapitalizmin eleştirisidir”; bazılarına göre, “Amerika’dan nefret etmek.” Filmin başlangıç sahnelerinde, dünyalıların Pandora gezegenine gidişlerini ortaya koyar. Fark edebileceğimiz ilk imge koyu renklerdir. Uzay karanlıktır. Uzay gemisi karanlıktır. Yönetmenin dünyalılar için belirlediği palet, gri koyu mavi ve siyah bezelidir. Dünyalıların dünyası bize kapalı, monokromatik, boyutlu olmayan, mantıksal dünya olarak takdim edilir. Bu, aklın dünyasıdır- planlar, takip edilecek tarifeler, saniyeleri geri sayan zaman aletleri, küçük mekanlar ve hayale konulmuş sınırlar vardır. İşçilerden kurallara uymaları, talimatları yerine getirmeleri, doğrudan hedefe odaklanmaları beklenir. Her şey düzenli, mantıklı ve doğrusaldır.
Jake, Avatar’ın bedenine girdiğinde renkler hemen değişir ve denetimcisinden kurtulup sevinçle koşar. Yine bacaklarına güvenmiştir. Filmde verilmek istenen renklerin, hız ve sınırları olmayan bir dünya olduğudur. Jake’in parmaklarını içine sokacağı kadar koyu renkli kumlar, parlak renkli çiçekler, gür bitkiler görüntüsü ne anlatır? Kurallar ile hayaller, sınırlar ile özgürlük arasında karşıtlıklardan biridir bu aslında…Dağlar bile özgürdür ve sere serpe uzanmaktadırlar. Gezegenin asıl dünyasına girdiğimizde, güzel harikulade bir alemle karşılaşırız (cennet). O dünyanın içine daha da girersek şelaleler, yüksek dağlar, renkli kuşlar, iri yaratıklar görürüz. Yemyeşil, zengin ve sulaktır. Burada her şey büyür, boy atar, hayvanlar, bitkiler ve ağaçlar. Hayatın kurallarından, gezegenin fiziksel alanından daha büyük olduğu boyutlu bir alemdir. Na’vi'lerin dünya görüşü ölümden sonraki hayata inanmayı kapsar; derinlikli tinsel hayatları vardır, Doğa’nın kutsallığını duyumsarlar ve hayvanlara ve birbirleriyle bağ kurmaya önem verirler. Na’viler ile belli ki yerlilerin, özellikle Yerli Amerikalıların tasavvur edilmesi istenmiştir. Bazısı ucu zehirli ok atarlar. Savaşmadan önce vücutlarını boyarlar. Şarkılar söylerler. Atlar ve kuşlarıyla savaşa gitmeden önce kan dondurucu sesler çıkarırlar. Uzun rahat elbiseler giyer, süslü başlıklar takar ve kendi usullerini Jake’e öğretirler. Jake, Yerli Amerikalıların kabilelerine yetişkin olarak alınmalarında yaşlıların usullerini öğrenmesi gibi, bir törenine katılır. Jake, üst ile Na’vi'ler arasında gidip gelirken, üssün bir rüyaya benzediğini, yemyeşil gezgenin ise gerçekliğin ta kendisi olduğunu hissedene kadar iki dünya karşıtlık iyice belirginleşir. Avatar ayrıca güvenmekle ilgili görüntüler seyrettirir. Derin farklılıklar çıkması tehlikesine rağmen Jake, burada ağaçlara güvenmeyi, yapraklara güvenmeyi, hocasına güvenmeyi, hatta kendileriyle bağ kurdukça hayvanlara güvenmeyi öğrenir.
Yine, tinsel görüntüler seyrederiz- bunların ilki, özgürce boy atan fidelerdir. Tohum görüntüsü çeşitli dinlerde kullanılan öğelerdir. İsa manevi hayatını, küçük olan ama tıpkı inanç gibi, maneviyatın büyüyüp gelişmesi gibi en büyük ağaçlara kadar uzanan hardal tanesine benzetir. Jake’in hayatını kurtardığında, Jake hemen kendisinin seçilmiş olduğunu anlar. Neytiri onu kabullenmek ve yaşamasına izin vermek zorundadır.
Daha sonra üç ağaç görürüz. Ağaçlar da tinsel birer metafordur. Yaradılış kitabı, hayat ağacından ve iyiyle kötüye bilme ağacından bahseder. Adem ve Havva’ya hayat ağacı dahil bahçedeki her ağaçtan yiyebileceklerini, ama iyiyle kötüyü bilme ağacına dokunmamaları gerektiğini söyler. Norse mitolojisindeki dünya ağacı, Druid’lerin kutsal meşeleri, Kabala’daki mistik Musevilik ağacı ve Buda’nın incir ağacı misali, ağaçlar başka kültürlerin mitolojilerine geçmiştir. Bu hikâyede üç ağaç vardır- bir tanesi, DNA sarmalını hatırlatırcasına topluluğu sarmal oluşturan bir merkez etrafında bir araya getiren bir ağaç; diğer ikisiyse, topluluğu atalarına bağlayan kutsal ağaçlar. Ağaçların hepsinin kökleri birbirine bağlıdır ve tek hayat ağacının parçası olduklarını göstererek, birbirleriyle temas halindedirler. Ağaçların üçü de can veren ve hayatı besleyen ağaçlardır. Kendi başına İyi ve Kötü ağacı olmamasına rağmen, (Albay gibi) fetihçi dünyalılar uyumsuz olup, yaptıkları kötülüğün bilincinde olmayan güçleri temsil ederler.
Koşan hayvanların vurulması (güçlü bir fiziksel güç) topluluğun şarkı söylemesi (tinsel bir komünal güç), savaş gürültüleri ve saldırı altındaki ağaçların çatırdaması (insanlık bağ köklerinin koptuğu) gibi sesler metaforlardır. Kısacası ilk Avatar filminde bizlere günümüz teknolojisinde büyük rağbet gören ve pazarlanan Metaverse’nin dijital ülkesinin algımıza yerleştirilmesi ağaç metaforuyla vardır. Serinin ikinci filminde biz izleyicilerin algılarına verilmek istenen neler olacak?