Küreselleşme, her geçen gün etki alanını arttırarak birçok değişikliği de beraberinde getirirken, dünyada ulus devletler, küresel ölçekte kurallarını yazmadıkları bir oyunu oynamaya mecbur kalmaktadır. Salgın şartları, bu sürece ivme kazandırdı…

Küreselleşmenin, dünyayı küresel bir köy haline getirdiği ileri sürülmektedir. Keza birçok yazar, iktisatçı ve bilim adamının kafasını kurcalayan bir soru vardır. Bu soruyu dillendirenlerden birisi ise Francis Fukuyama'dır. Fukuyama, küreselleşmenin üstü kapalı olarak “Amerikanlaştırma” olabileceği yönündeki düşüncesi ile küreselleşmeyi daha somuta indirgemiştir (Nef, 2002, s. 63). Zira su anda Amerika, dünyadaki hâkim küresel güçlerin birincisi olup, dünyayı kendi beklenti ve çıkarlarına göre değiştirmekte, bu da güç teorisi bağlamında dış politikası ile örtüşmektedir. Yani Amerika oyunun kurallarını kendisi belirlemekte ve bu belirlenen kurallara uymayanları oyunun dışına itmek istemektedir.  Kendi kurumları dünyanın ekonomik ve politik gidişatına doğrudan yön vermektedir (Alıcı, 2010). Diğer önemli bir sorun ise küreselleşmenin Batı eksenli bir dönüşümü getirmesidir. Böylece birtakım değerler yaygınlaşmakta ve popüler bir kültür ortaya çıkmaktadır. Bu durum kültür dışında ekonomik ve toplumsal durumlar için de geçerlidir (Alıcı, 2010).

Küreselleşmeyi bir tehdit olmaktan çıkarıp bir imkâna dönüştürebilmek de mümkündür. Bunun için, onun gereklerine göre öncelikli ve rasyonel düzenlemelerin yapılması ve alternatifli stratejilerin belirlenmesi şarttır.  Bu süreçte, eğitim önceliklidir. Geleceğin teminatı olan gençlerin eğitiminde; örgün ve yaygın eğitim yanı sıra görsel, yazılı ve sanal medya eliyle yapılan yayınların eğitsel boyutunu da kapsayan yol haritasıyla başlanmalıdır. Yine bu süreçte yerel ve ulusal düzeyde faal olan STK’lar aynı hedefe dönük ortak kılınmalı, gençlerin ortak paydası, yine gençlerin gönüllü katılımlarıyla zenginleştirilmelidir.  

Geleceğin Türkiye’si için; milli ve manevi değerleri ile çatışma yaşamayan, diğer yönüyle çağın gerektirdiği yeterliklerle donanan, çağdaş, aydınlık, akıldan ve bilimden yana yetenek ve yeterliklerini geliştirmiş, daha bugünden gelecekte ülkeyi yönetecek nesillerin yetişmesine ayrı bir özen göstermeli ve önem vermeliyiz. Bunun için; Cumhuriyetin bireyi olmaktan onur duyan; herhangi bir dini, ırkı, mezhebi ön plana çıkarmadan her insana saygı duyan; bilimden ve akıldan yana olan; sorgulayan; dogmalardan ve kalıplaşmış ezber bilgilerden uzak, haklarının ne olduğunu bilen ve o hakları savunabilen; çağın gereği gelişen teknolojiyi çok iyi takip ederken sanattan ve sanatsal çalışmalardan uzak kalmayan; ülkesinin bağımsızlığını savunan; yaptıkları ve yapacaklarıyla ülkesinin gelişimine katkıda bulunacağına inanan; demokrasinin gereği hukuk kurallarının uygulanmasından yana olan erdemli bir gençliğe ihtiyacımız var (Başçetinçelik, 2012).

Tarih incelemeleri ortaya koymuştur ki, Türk milletini bütünlük içinde tutan iki güç merkezi mevcut olmuştur: Biri ordu düzeni, diğeri aile yapısı. Bunlardan biri bozulduğu takdirde Türk topluluğu dağılmakta veya tamamen yok olmaktadır (Aksoy, 2011).

Türklerde aile, devlet yapısının en temel taşı olması nedeniyle bu kurum, yazılı olmayan iç sosyal hukukla korunmuştur. Aile ve çocuk eğitiminde kurumlaşma hiç şüphesiz o toplumun uygarlık düzeyini de gösterir. Geleneksel toplumun çocuğu anaokulunda değil, mahallelerde akraba ve komşular arasında toplumsallaşır. Günümüzde bu kurumsallaşma aynı zamanda geleneksel yapının da kaybolmasına neden olmaktadır. Pedagogların Türk aile sistemi üzerinde yapmış oldukları çalışmalar bu yapıyı geliştirmek ve yaygınlaştırmaktan çok batı standartlarına kavuşturmaya yönelik taklitçi bir yaklaşım öngördüğü için özden kopma da toplumda yaşanmaya başlamıştır. Dünyada güçlü devlet kurmanın yolu güçlü aile yapısından, o da ailede babanın yanında güçlü bir anne karakterinden geçmektedir. Kültür aktarıcısı ve taşıyıcısı olan kadın toplumda olması gerektiği yeri alırsa bir devletin temel dinamikleri olan bağımsızlık ve egemenlik kavramlarının da saygınlığı derinlik kazanacaktır. Cumhuriyet döneminde de Türk aile yapısı toplumun en önemli kurumu olmaya devam etmektedir. Çünkü bu kurum milleti ve devleti ayakta tutan en önemli dinamiğimizdir (Aksoy, 2011).

Günümüz çalkantısı içerisinde toplumsal yapımızın değiştiği, farkında olmadan dünüştüğümüz/dönüştürüldüğümüz söylenebilir. Pek farkında olmadığımız, diğer yönüyle de yakındığımız bu hızlı değişim, aile içi çatışmalara da sebep olurken, törenin eleştirildiği, aşağılanmasının sağlandığı bir süreci de yaşıyoruz. Oysa toplum yapımızda “Töre” bizi biz yapan temel değerlerin, ailenin, toplumun, dolayısıyla milletin devamını sağlayan asli unsurdur…

Toplumda törenin büyük bir önemi vardır hatta bunu en iyi anlatan söz hiç şüphesiz “töre konuşunca han susar” deyimidir. Aile üyelerinde “Ben ölürsem çocuklarım ve eğim ne olur” diye bir kuşku ve endişe hâkim değildir. Çünkü kendinden sonra ailesine kimin bakacağı törece tayin edilmiştir. Ailenin yoksulluk içinde ve sahipsiz bir şekilde yaşamasına töre müsaade etmiyordu. Böylece aile kurumu da korunmuş oluyor ve toplumdaki mensubiyet fikri de pekiştiriliyordu. (Aksoy, 2011). Daha güçlü olabilmeleri için aileler, dedenin idaresi altında toplanırlardı. Ailenin yanında Türklerde akrabalık ilişkileri de ileri seviyede idi. Eski Türkçe sözlüklere bakıldığında akrabalık ile ilgili yaklaşık yüze yakın terim bulunmaktadır. Bu da bize Türk toplumunda bulunduğu coğrafyadaki komşu kavimlere nazaran sosyal ilişkilerin ne kadar ileri düzeyde olduğunu göstermektedir.  Ailenin maddi ve manevi temizliği konusunda da dönemin ünlü seyyahları olan İbn Fadlan, Marco Polo ve Van Yen Dö, Türk kadınlarının ahlaki temizliklerini överek dünyanın en temiz ve ahlaklı kadınları sıfatını kullanmaktadır. Yine onlara göre eski Türkçede veled-i zina sözlerine rastlanmaz. Sonradan bu manalara gelen sözler diğer dillerden özellikle de Farsça’dan geçmiştir. Kadın adları arasında temiz ve faziletli anlamına gelen birçok ismin bulunmasının sebebi budur. (Aksoy, 2011).

Türklerin dünyanın dört bir yanına dayanmalarına rağmen varlıklarını korumaları aile yapısına verdikleri büyük önemden ileri gelir (Gülensoy, 1973).

Bugün, yukarıda belirttiğimiz değerler gibi dünde kalan ve ifade etmediğimiz birçok değerimizi hızla kaybettik, kaybetmeye devam ediyoruz…

Toplumsal açıdan yaşadığımız iç çatışmalar, hepimizi tedirgin eden sosyal çözülmelerin temel sebebinin de bu olduğunu düşünüyoruz.

Geleceğimiz olan çocuklarımıza tarihi ve kültürel temele dayanan eğitim vermede pek başarılı olduğumuz söylenemez. Çocuklarımız için yazılan metinler esas alınarak değerlendirilirse yazılan metinler, edebiyatımızın en zayıf dallarından birini oluşturur. Bu alanda, çocuğun dilini anlayamadığımız söylenebilir. Çocuk edebiyatının ciddiye alındığı da söylenemez.  

Kütüphaneleri dolduran yazmaların içinde, göze batan çocuk edebiyatı ürünlerinin pek az yer tuttuğu da söylenebilir.

 Çocuk eğitim ve edebiyatı noksanlığının okuma alışkanlığı kazanamayışımızda etkili olduğu da söylenebilir. Dünde kalan ve çocuk eğitimi açısından önem arz eden kendi kültür eserlerimizi bugün hatırlayan ve okuyanların sayısı yok denecek kadar az olduğunu düşünüyoruz.

Mesela, Gazalî'nin çocuklara gerekli bilgileri vermek için kaleme aldığı "Ey Oğul" adlı kitabını bugün kaç kişi biliyor, çocuğunun/öğrencisinin okuması hassasiyeti gösteriyor.

Bu sürecin en kritik eşiği kadının toplumdaki yerinin yeniden verilmesidir.

Kültür aktarıcısı ve taşıyıcısı olan kadın, toplumda olması gerektiği yeri alırsa bir devletin temel dinamikleri olan bağımsızlık ve egemenlik kavramlarının da saygınlığı derinlik kazanacaktır. Cumhuriyet döneminde de Türk aile yapısı toplumun en önemli kurumu olmaya devam etmektedir. Çünkü bu kurum milleti ve devleti ayakta tutan en önemli dinamiğimizdir.

Çocuklarımızın, istikbalimizin teminatı olan neslimizin eğitimi sürecinde; unutmakta olduğumuz, bizi biz yapan temel değerlerimizi, özümüzü yeniden kazanma yönünde samimi bir gayret içinde olmalıyız. Eğitim sistemini, eğitim ve öğretim programlarımızı bu yönde yenden kurgulamalı, topluma doğru modeller sunmaya hassasiyet göstermeliyiz. Örgün ve yaygın eğitimin yetmeyeceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Çünkü gençlerin eğitimleri sürecinde ihtiyaç duydukları modeli kaybettik.

Eğitimcilerin/öğretmenlerin aldıkları üniversite eğitimlerinde, temel değerleriyle temeyyüz etmiş, doğru model olacakları bir yeterlikte yetiştirilmeleri gerektiği atlanmamalıdır. Bu açıdan üniversitelerimize büyük görev düşmektedir. Çünkü eğitimciler/öğretmenler, “nefsi için değil, nesle hizmete adanmış bir ömrü yaşayan meslek mensubu” olacak bu hassasiyet ve içtenliğe sahip yeterlikte yetiştirilmelidirler.

Özellikle, gençlerin kendilerine doğru modeli seçmeleri açısından ilgi alanlarında, özenti duydukları/ duyabilecekleri alanlarda doğru modeller geliştirme çalışmaları desteklenmeli, var olanlar desteklenerek vitrine çıkarılmalı, “Töre”den utanmak yerine övünülecek yönlerine vurgu yapılmalı, yazılı, görsel ve sanal medyada bu değerler vitrine çıkarılırken, tiyatro-sinema-TV dizilerinde doğru modellerin  yer alması yönünde STK faaliyetleri desteklenerek gençlerin yetişmeleri süreci stratejik yol haritaları ile yönetilmelidir.

Kaynakça

BAŞÇETİNÇELİK Ayşe, (2012), Bugünden Yarına Gençlik Öğretmen Dünyası, Yıl:33/ MAYIS 2012/ ISSN:1300-2759, Sayı:389

GÜLENSOY, Tevfik (1973). “Altay Dillerindeki Akrabalık Adları Üzerine Notlar”, TDAY, Ankara.

İlhan AKSOY, (2011), Türklerde Aile ve Çocuk Eğitimi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi

NEF, J., 2002. “Globalization And The Crisis Of Sovereignty, Legitimacy And Democracy, Latin American Perspectives”, Vol. 29, No. 6, Globalization and Globalism in Latin America and the Caribbean.

Orhan Veli ALICI, (2010), Küresellesmenin Ulus-Devletlerin Düzenleme Gücü Üzerindeki Etkileri, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 19, Sayı 3, Sayfa 319-330

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol