Bugün Mevlana'nın 752. ölüm yıldönümü...
Yani şebiarus…
Düğün Gecesi…
“Ya olduğun gibi görün
Ya göründüğün gibi ol” der Mevlana bin yüzü olan insanlara. İnsan ki ahsen-i takvim üzerine yaratılmış olup - en güzel şekilde yaratılmak anlamında – sonrasında insan ki esfele-i safilin -aşağıların aşağısı- derecesine değin alçalmış olsun. Ortası yok bunun; ya iyi ya kötü... Bu yüzden olduğu gibi görünmek toplumumuzda çok zor, göründüğü gibi olmak daha da zordur.
Bugün kaç yüz sene evvelinden dahi Mevlana’nın eteklerine tutup düşmemek için çaba harcıyorsak, onun semâlarında bir kuş gibi dönüp hakka vasıl oluyorsak kendimizi mesut saymamız icap eder.
“Nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok
Nice elbiseler gördüm içinde insan yok” demişsin. Ağzından dökülen bu inciler ne kadar da kıymetli. Bir sedefin içinden saçılan bu inciler insanımızın en değerli hazinesi olması gerekirken ne yazık ki inci boncuk muamelesine tabi tutuluyor ve ancak o kadar kıymet görüyor. Gerçi cevherin kıymetini ancak sarraf bilir değil mi? İnsanların üryan hali bir gerçeklikken ve doğal bir mana ihtiva ederken her türlü yalan dolan esvabıyla bu gerçekliğin ortadan kaldırılması, doğallığın bozulması ne kadar da şaşırtıcı?
Ve ne kadar da hızlı bozuluyor insan?
Ey söz mülkünün sahibi, bizler ancak ve ancak bu ülkenin gedaları, Mesnevi okyanusunun aç bîilaç dudakları susuzluktan çatlamış misafirleri, gönülleri sevgisizlikten paslanmış hakir bendeleriyiz.
Dünyanın gönül merkezi üssü ve üssün çağlar aşan sahibi olan Mevlana’yı ne kadar biliyor ve tanıyoruz? Bir İngiliz’in Shakspeare’i tanıdığı kadar mı? Bir Rus’un Dostoyevski’yi bildiği kadar mı? Sanmam katiyen! Mesnevi okyanusundan bir damla dahi dudaklarınızla temas ettirip teşne olan gönlünüze içirmemişseniz eğer hiç yaşamamış saysak sizi az söylemiş oluruz.
“Kitabı vardır ama peygamber değildir.” sözü Mevlana için sarf edilmiş olup kitabı da Kuran’dan sonra en fazla okunan kitaptır İslam ülkelerinde. Hazret lafzı ne kadar da uyar Mevlana’ya.
“Gel gel gel ne olursan ol yine gel
İster kâfir ister putperest ister Mecusi ol gel
Bizim dergâhımız
Ümitsizlik dergâhı değildir
Yüz bin kere tövbeni bozmuş olsan da
Yine gel!” diye evrensel değerlere temas eden ve bütün insanları bir tutup bir eyleyen başka bir zat var mıdır? Senin rengin renk, dilin dil, kaşın kaş ve gözün de göz değildir diye insanları dışlayan, terke mecbur eden, yalnızlığa iten, yok sayan hükümran ifadelere karşı panzehir olarak Mevlana ismi dahi kâfi değil midir?
Bir ayağı Anadolu’da olan ve diğer ayağı bir pergel gibi dünyanın dört bir yanını kuşatan Mevlana, 72 milletin sözcüsü değil midir? Birleşmiş Milletler'in yalandan sözcülerinin haline bakıp da Mevlana’mızın şahikalarda uçan, enginlerde süzülen bir söz kartalı olduğunu görüp şad olmaz mıyız bugün? Biz kim onlar kim demeden evvel bizi görmemiz gerek!
“Her şey incelikten
İnsan kalınlıktan kırılır." bercestesiyle bütün edebiyatçıların, hümanist
geçinenlerin, kişisel gelişimle uğraşanların, sevgiyi temel alan tüm görüşlerin fevkinde değil midir?
Anadolu’nun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde askerlerden daha çok rol oynayıp katkı sağlayan Mevlanalar, Yunuslar, Hacı Bektaşlar, Hacı Bayram Veliler bugün yaşasalardı yaşadığımız problemler bir habis ur gibi memleketi sarar mıydı? İnsanı öz alan ve bu özden evrenselliğe yelken açan gönül adamlarımız bugün nerede? İsimlerini bilenleriniz var mı? Bir zamk gibi, toplumu oluşturan herkesi birlik çemberi içinde tutacak gücü olan yok mu bugün? İnsanımızın gönlüne posta koyan kaç adam vardır bugün? Kaçı bir sus işaretiyle milleti susturur, kaçı bir el işaretiyle milleti yerine oturtur?
Ah Mevlana Hazretleri! Gönül tohumlarını serptiğiniz topraklarda bugün kardeş kardeşe düşman! Bize bundan daha büyük kötülük var mıdır? Dünyanın bildiği Mesnevi’ni bilmeyen lise öğrencilerin var! Bu ne yaman köksüzlüktür ki kötü bir sancı gibi memleketin içine girmiş, yer etmiş ve yok etmeye başlamıştır insanımızı.
“Testi de ne varsa dışarı o sızar” diye sesleniyorsun amenna! Testimizde bir tek bizi biz eden değerler yok! Dizi filmlerimiz o biçim, şarkı sözlerimiz dilimize ihanet edecek tarzda, kültürümüz paldır küldür aşağıda… O zaman “Feryadı andelibe (bülbül) sebep nevbahardır (ilkbahar)” kavlince bizim feryadımız bir ilkbahar için midir? Sizsiz bir ilkbahar olur mu? Yunus’u unutursak, sizi yok sayarsak, Mimar Sinan’ı es geçersek, Hoca Nasrettin’i kabul etmezsek ya nice ola halimiz?
Ey söz mülkünün sultanı! Anlayamadık sizleri, idrak edemedik, fehmedemedik! Hep bir sonraki zamana şerh düştük, işaret koyduk. Bugün lisanımız bir değil, idrakimiz bir değil, yolumuz bir değil! Niye yolumuz kaybettik, niye idrakimizi iltihaplı hale getirdik? Düşünenimiz var mı acaba?
“Kardeşim;
Sen düşüncelerden ibaretsin!
Geriye kalan et kemiksin.
Gül düşünür,
Gülistan olursun.
Diken düşünür,
Dikenlik olursun.” diye sesleniyorsun bizlere. Oysa biz düşünceyi yitirdik. Sadece et ve kemikten müteşekkil bir canlı olduk. Zarf değil mazruf önemli sözü ters yüz oldu. Bugün zarf önemli mazruf önemli değil. Ambalajınız iyiyse sorun yok, içiniz koksa da bir mana taşımaz. Gülün kendisini yitirdik kokusunu nasıl tahayyül edelim! İçimizde dikenler büyüttük ve o dikenler her gün yüreğimize batmaktadır. İçin için yanmaktayız.
“Yürek yanmadıkça göz yaşarmaz” diyorsun. Yürek yandı köz oldu artık! Bizlere de bir Şems gerek! Ahir zamandayız bizlere de bir ışık gerek! Kör kuyularda Yusuf olduk, hüzünler kulübesinde Yakup olduk! Bizlere de bir gömlek gerek. Günümüzde de manevi ve maddi Moğol İstilalarının yaratmış olduğu korku heyulalarına karşı bizlere de bir Mevlana gerek! Gel ne olursan ol, yine gel!



